Deprem odaklı kentsel dönüşüm kavramıyla çok uzun yıllardır tanışığız. Ancak meselenin derinliğini pek bilmiyor ya da yanlış anlıyoruz. Önümüze gelen her boşluğa bina dikiyor ve “depreme dayanıklı” diyerek geçiştiriyor ya da vicdanımızı rahatlatmaya çalışıyoruz. Zeminin ne kadar önemli olduğunu göz ardı ediyoruz. Yaşadığımız acı ve büyük tecrübeler, bugüne kadar hiçbir şeyin değişmediğini gözler önüne seriyor. Birçok insanı kaybetmek, insanların evlerinden ve yakınlarından olmasını ekranlardan izlemek, çaresizliği en yakından görmek bize ders olmamıştır. Hala plansız programsız biçimde şehirler beton bloklara teslim olmaktadır.

Özellikle şu soruların halkın gündemine yerleştirilmesi ve daima üzerinde düşünülmesi, yeni yorumlar getirilmesi gerekmektedir: Türkiye’de belli başlı fay hatları hangileridir? Beklenen İstanbul depreminin sonuçları ne olacaktır? Türkiye’nin ve İstanbul’un riskli bölgeleri nerelerdir? Yerel yönetimler ve kamu kuruluşlarının çalışmaları yeterli midir? Geleceğimiz için neler yapılmalıdır? Hangi konuların aciliyeti vardır? Mega olarak sunulan projeler İstanbul’a zarar verecek midir? Depremle yaşamayı öğrenmek ne demektir? Deprem, bina ve zemin hakkında yeterince bilgimiz var mıdır?

Bu ve buna benzer pek çok soruyu gündeme taşıyan Prof. Naci Görür, “Deprem odaklı kentsel dönüşüm” meselesini irdeleyen bir yazı kaleme aldı. Bu yazının önemli bölümlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz. Dikkatle okumanızı ve yakınlarınızla paylaşmanızı tavsiye ediyoruz. Ayrıca zorunlu deprem sigortanızı (DASK) unutmamanızı öneriyoruz. Hemen DASK poliçenizi alın ya da yenileyin.

İşte Prof. Naci Görür’ün yazısından bazı kritik parçalar:

– 1999 Gölcük ve Düzce depremlerinde 20 binden fazla insanın hayatını kaybetmesi ve büyük bir afet zararının oluşmasından sonra toplumumuz depreme karşı çok daha duyarlı hâle geldi. Hâlbuki 20 asırda Kuzey Anadolu Fayı (KAF) boyunca; 1939, 1942, 1943, 1944, 1957 ve 1967 yıllarında da depremler meydana gelmiş, 65 bin civarında can kaybımız olmuştu. Ancak her nedense bu depremler çabucak unutulmuş ve ülke gündeminde yer etmemişti. Gölcük depreminin sürekli olarak gündemde kalmasının nedenleri var. Bu nedenlerin başında da depremin Marmara Denizi’nin altındaki kabuğu yüklemesi ile bu denizi ve dolayısıyla da İstanbul’u bir sonraki deprem için hedef hâline getirmiş olmasıdır. Yapılan tüm araştırmalar göstermiştir ki Marmara Bölgesi, yakın bir gelecekte 7’den büyük bir depreme gebedir.

– Marmara Bölgesi ve İstanbul, Türkiye’nin can damarlarının bulunduğu yerdir. Sanayinin, ekonominin, teknolojinin, bilimin ve kültürün kalbi burada atar. Olası bir depremde buranın ciddi bir hasar görmesi; üretim çarklarının durması ve iş gücü kaybına uğraması ekonomik olarak sadece bölgeyi değil tüm ülkeyi etkiler. Bir anlamda ülkemiz, ekonomik bağımsızlığını bile yitirebilir. Bölgedeki en önemli yerleşim alanı olan İstanbul’un 1999 depremlerinden bu yana 22 sene geçmiş olmasına rağmen hâlen daha beklenen depreme yeterince hazırlanmamış olması da endişeleri artırmaktadır.

– Bir yerleşim alanının deprem dirençli hâle getirme çalışmalarının tümünü, “deprem odaklı kentsel dönüşüm” kavramı içerisinde toplamak mümkündür. Bu kavram, kanaatimce ülkemizde yanlış algılanmaktadır. Özellikle merkezi ve yerel yönetimler, kentsel dönüşüm deyince ağırlıklı olarak kentin yapı stokunu düşünmektedir. Yönetimler, sadece yapı stokunu elden geçirerek kenti deprem dirençli hâle getireceklerini zannetmektedir. Bu düşünce, niteliği itibarıyla da çok taraftar bulur. Yapı stokunu ihya etmek veya yenilemek bir inşaat işidir. Çok inşaat çok iş demektir, ekonominin canlanması demektir. Bu durumdan hem hükûmet hem de belediyeler memnun olur. Zaten bu durum, inşaat dünyasının arayıp da bulamadığı bir olaydır. Vatandaş da bu yaklaşıma dünden razıdır. Zira kentsel dönüşüme girerek hem evinin sağlamlığını hem de değerini artıracaktır. Görüldüğü gibi deprem odaklı kentsel dönüşüm, ülkemizde bir inşaat işine dönüşmüştür. Bu durumda dönüşümün motor gücü de ister istemez müteahhitlerdir. Hâl böyle olunca da en hızlı ve etkin dönüşümler, kentin rantı yüksek olan bölgelerinde görülür. Hatta bu bölgeler asıl amaç deprem olmadığı için çok yüksek ve pahalı rezidanslarla donatılır. Halbuki dünyanın birçok ülkesinde bir kenti depreme hazırlarken hızlı ve ekonomik olarak üretilebilen az katlı ve hafif çelik ve betonarme binalar tercih edilir.

– Deprem odaklı kentsel dönüşüm, üç evrede gerçekleştirilir. Bu evreler; tehlike ve risk analizi ile zarar azaltıcı önlemlerdir. Tehlike analizi, mikro-bölgeleme çalışmaları ile ortaya konan fay zonu veya zonlarının ayrıntılı analizidir. Bu analizde fayların niteliği, boyutu, derinliği, stress biriktirme miktarı, kilitli olup olmadığı, kilitlenme derinliği, paleo-sismik özellikleri, tarihi depremleri, en fazla deprem üretme kapasitesi, deprem tekerrür periyodu, beklenen en büyük deprem gerçekleştiğinde deprem şiddetinin kent ölçeğinde dağılımı gibi parametreler belirlenir. Risk analizi çalışmalarında tehlike analizinde belirlenen deprem tehlikesi gerçekleştiğinde, kent bileşenlerinin nasıl ve ne kadar zarar göreceği bilimsel olarak hesap edilir. Bu hesap yapılırken kuşkusuz, mikro-bölgeleme çalışmaları sırasında toplanmış olan yer bilimsel veriler göz ardı edilmemelidir. Zarar azaltıcı önlemler risk analizi verileri esas alınarak yapılır. Risk altındaki altyapı unsurlarının zafiyetleri, daha deprem gelmeden önce giderilmeye çalışılır. Söz gelimi deprem sırasında hangi semtteki binaların daha fazla yıkıma uğrayacağı öngörülüyorsa, oradaki yapı stoku öncelikle kentsel dönüşüme tabi tutulur.

– Deprem bu ülkenin kaderidir. Milyonlarca yıldır süregelmektedir ve daha milyonlarca yıl devam edecektir. Ayrıca dünyamız, yine milyonlarca yıl devam edecek olan global bir iklim değişimine girmektedir. Ülkemiz bu değişimden de etkilenecek, yüksek olasılıkla zaman zaman kuraklık, yangın, sel, heyelan, fırtına, pandemi gibi afetlerle boğuşacaktır. Onun için ülkemizde bir Afet Bakanlığının kurulması ve bu felaketlere karşı tüm memleket çapında önlem alınması şarttır.

– Kanaatime göre, bir an önce Afet Bakanlığı kurulmalı, bu Bakanlık belirli bütçe ve beş yıllık planlarla deprem zonlarındaki yerleşim alanlarında deprem odaklı kentsel dönüşüm çalışmalarını yerel yönetimlerle birlikte gerçekleştirmeli ve tüm Türkiye’yi deprem dirençli bir ülke hâline getirmelidir.