Anneler babalar için gün geçtikçe çok önemli kitaplar yayınlanıyor. Bunlardan biri, yıllarını çocuk gelişimi ve eğitim alanına adamış Dr. Ziya Selçuk’un Kırk Kere Söyledim adlı kitabı. Selçuk, kitabın yayınlandığı ilk günlerde Instagram hesabından şu güzel açıklamayı yapmıştı:
“Doğruyu söylemek gerekirse böyle bir kitap yazmak istemezdim. Bununla birlikte yazmayı bitirdiğimde ‘iyi ki yazdım’ da dedim. Ben seneler boyu ebeveynleri dinledim. Çocuklarına neler dediklerini, nasıl sevdiklerini, nasıl nasihat verdiklerini, nasıl kızdıklarını belki, nasıl konuştuklarını… İnsan sadece okuduklarının değil duyduklarının da altını çizer. Duyduğum cümlelerin altını çizdim ve kenarlarına bir ok çekip bu sözün çocuğun dünyasında nereye, neye tekabül ettiğini yazdım. Kırk Kere Söyledim kitabı bu notların toplamı. Kırk kere söylediyseniz demek ki artık başka şeyler söylemeniz gerekiyor, farklı bir kırk birinci cümleye ihtiyaç var. ‘Büyü artık’ dediğimizde büyüyemiyor çocuklar, zamanı var. ‘Uslu ol’ dediğinizde olamıyorlar. ‘Anne deme bana’ dediğinizde size ne diyeceklerini gerçekten bilemiyorlar. ‘Odana git hadi’ dediğinizde kendilerinin istenmediğini düşünebiliyorlar. Çok şey oluyor dünyalarında, kelimeler bazen dikenli olabiliyor, ama söyleyen farkına varamıyor. Bilseniz ki ne çok cümlemiz var böyle. Bu cümlelerimiz çocuklarımıza nasıl yansıyor bir bakalım istedim. Kitabı okuyan anne babalar kullandıkları dil kalıplarını gözden geçirip ebeveynliğe, çocuklarına, çocukluğa farklı bir gözle bakabilecekler.”
Özellikle çocuklarla doğru bir iletişim kurmak isteyen anneler babalar, bu tip kitapları daima ellerinin altında tutmalılar. Kitaplar bize yol gösterirler ancak orada okuduklarımız sayfalarda kalmamalı. Mutlaka hayatımızda uygulamalı ve yeri geldiğinde yöntemi de değiştirmeliyiz. Kırk Kere Söyledim kitabından bazı önemli alıntılar:
– Çocuklara “Büyü artık!” demek yerine, “Çocukluğunu yaşa artık, gönlünce yaşa!” demenin zamanı geldi. Bir de bunu deneyelim mi?
– “Ama” öldürücü bir kelime. Söylendiği yere kadar gelenleri yok ederek çıkıyor sahneye.
– Eğer yeterince istersek çocuklarımızın yastığındaki koku bile iyileşmemiz için yeter.
– Unutmayalım, çocuk özümüzün özüdür. İnsanın özü, özüne hiç yük olur mu? Oldu diyelim, bu yük çekilmeye değmez mi?
– Çocuk zaten şimdinin içinde! Yetişkin ise daha çok ya geçmişin batağında boğuluyor ya da müphem bir geleceğin rüzgârında savruluyor.
– Her çocuğun müfredatı kendi içinde saklıdır.
– Her yeni doğan çocuk bir umut elbet ancak onlar da felaket denilebilecek bir güncel insan vizyonunun içine doğuyorlar.
– Biz çocukla iletişim deyince nedense “biz söyleyeceğiz, anlatacağız, çocuk dinleyecek, biz isteyeceğiz, çocuk yapacak,” kabilinden bir iletişim şeklini anlıyoruz.
– Bana göre birkaç iyi sorusu olan çocuk, binlerce soruya cevabı olan çocuktan evladır. Çünkü cevabı olan çocuk “biliyor” demektir ama sorusu olan çocuk “arıyor.”
– Şu bir gerçek, “Sen de uslu ol,” mesajını aldıkça sıradanlaşmaya, yaratıcılıklarını yitirmeye, merak etmemeye, kendileri gibi olmamaya başlıyorlar. Zaman içinde “Annem babam neyi duymak ister?” sorusunun gereği olarak kendisi olmayı bırakıp ebeveynlerine uygun yanıtlar vermeye başlıyorlar. Bu anlayış ileriki yıllarda “Öğretmenim neyi duymak ister”e, “Eşim neyi duymak ister”e, “Amirim neyi duymak ister”e dönüşüyor.
– Dile uzak, doğaya uzak, insana uzak, kültüre uzak, yaşadığı zamana uzak insanın kendi özüne yakın olmasını beklemek, çekirdeği toprakla buluşturmadan topraktan bize bir erik ağacı vermesini beklemek gibidir.
– Çocuk evetse neden evet olduğunu, hayırsa neden hayır olduğunu sorgulayamıyor. Hayırsa hayırdır işte o kadar. Sonra “bakarız” gibi ne olduğu belirsiz ve izin alınanın keyfine kalmış başka bir cümle karşılıyor sizi.
– “Sana soran olmadı!” demek, “Senin fikrinin bir önemi yok, varlığının da bir önemi yok! Sen kimsin, sen sadece biz sana soru sorduğumuzda yanıt vermekle yükümlüsün!” demenin ta kendisi!
– Davranışları, doğumu, ölümü, tanrıyı, yumurtanın kabuğunu, tırnakların yerini sorgulayan bir çocuk aslında, “Ben sizin ödünç fikirleriniz ve kimliğinizle yaşamak istemiyorum. Kendi gökyüzümü inşa edeceğim,” demek istiyor olabilir mi?
Çocukları tabletlerden ve telefonlardan kurtarmak ve onların kitap okumalarını istiyorsak, önce bizlerin kitap okuması gerekiyor. Aynı şeyleri söyleyerek ve aynı hareketleri yaparak bir şeylerin değişmesini beklemek, boşa vakit kaybıdır. Her vakit kaybı, bir gün en acı biçimde intikamını alır. Anneler babalar kitap okumayı hayatlarının merkezine koymalılar.