Habertürk’ten Kürşad Oğuz, depremin hem depremzedeler hem de depremi takip eden bizler üzerinde bireysel ve toplumsal psikolojik etkilerini Gündüz Vassaf ile konuşmuş. İki yazıdan oluşan diziden bazı önemli bölümleri blogumuza almak ve sizlerle paylaşmak istedik.

Türkiye psikolojik bir deprem de yaşıyor. Bu da gayet olağan bir şey. O psikolojik depremi yaşamıyor olsaydık sağlıksız bir toplum olurduk. Depremin hatları kendimizden, evimizden başlayıp nerede geziyorsak her yere Türkiye çapında yayılıyor. Genellikle depremde değinilen, ruh sağlığımızın sarsılması. Tabii ki bu doğal ve süreç içinde kendi normaline dönecek. O sürece dönmemize de fazla kalmadı. Söylemek istediğim, Türkiye toplumunun gösterdiği olağanüstü ruh sağlığı. Bu kadar badireler atlatmış bir toplum; darbeler, başka depremler, neredeyse bir iç savaş… Bütün bunlara rağmen bu kadar çabuk seferber olup, özellikle sivil toplum örgütleriyle yardıma koşan, ben ne yapabilirim diye çırpınan bir toplumun örneği dünyada azdır; ben hiç bilmiyorum. Onun için fevkalâde sağlıklıyız. Yaşadığımız doğal bir süreç.

– Klasik bir tepki sıralaması vardır: Acıyı yaşama, isyan, inkâr, sonrasında kabullenme. Bu süreci Türkiye insanı çok çabuk ve sabırla atlatıyor. Depremzedelerde eskiden gördüğüm isyanı görmüyorum, çok daha temkinli bir toplum olmuşuz.

– Daha metanetli bir toplum olmuş. İsyanı saklıyor belki, bekliyor; ama sabır ve temkinle bekliyor, tevekkülle değil, kadere boyun eğerek değil. Tam tersi, birikmiş talepleri var; onu erteliyor, sağlıkla bekliyor “Ne olacak, ne yapılacak” diye. Gerisi bize kalmış, iktidara kalmış, sivil toplum örgütlerine kalmış.

– Korkuyu gidermenin başlıca yolu kendimizi yalnızlığa, evimizin dar ortamına mahkum etmemek. Girebileceğimiz depresyonla, öfkeyle birbirimize yüklenmemek; tam tersine, dışarıya uzanmak. Akrabalarımıza, komşularımıza uzanmak. Küçük dayanışma grupları kurmak. Psikoloğa ihtiyaç yok bunun için. Acımızı, beklentimizi, korkumuzu birlikte dile getirmek, paylaşmak lâzım. Bir tür adsız alkolikler örneği. 5-10 kişilik gruplar hâlinde evimizden, kendimizi kapattığımız âlemden kurtulmak. Küçük küçük, sadece derdimizi korkumuzu konuşmak için değil, iktidardan beklentimizi de konuşmak için; fakat isyan etmek için değil. Boş durup beklememeli, “Taleplerimiz neler olmalı,” “Bunlar nasıl duyurulmalı,” diye ülke çapında sivil savunma örgütleri gibi Türkiye depremzede komiteleri, komisyonları kurulmalı. Bunlar ülke çapında sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde birleşmeli. Bu yeni bir Türkiye, yeni bir yurttaşlık bilinci, yeni bir ahlâk, yeni bir zihniyet için olağanüstü bir fırsat. Bunu evimizde bekleyerek, acımızı yaşayarak geçireceksek, acımızı öfkeye gömeceksek, kedere teslim bayrağını çekeceksek iflas eden biz oluruz, ülke değil. Ülkenin gücü bizimle ilgili.

– Bizim toplumun gücü ise şurada: Her ne kadar modern devlet yolunda bir cemiyet toplumuna doğru gidiyorsak da; cemaat var, aile var, mahalle var, hemşehrilik var. Bizim psikolojik sağaltımımız bu dayanışmadan olacak. Benim de deprem bölgesinde gördüğüm, mesleki olarak yapabileceğimden çok, insanları birleştirmekti. Tek başına bir köşede yasını tutanları, ağlayanları yan yana getirip dertlerini birlikte paylaştırmaktı; çünkü yan yana getirmek yardım işini de başlatıyor. Halden anlamaya başlıyor, kendi derdini gömmeye başlıyorsun. Mahallelinin, akrabanın, başkalarının derdiyle bütünleşip bir adım daha ilerliyorsun hem ruh sağlığı bakımından hem depremin zayiatını giderme bakımından.

–  Toplum olarak hepimiz bu olup bitenden suçlu olduğumuzu kabullenmeliyiz. Oturduğumuz binalarda, şehirlerde, yaptığımız yaşam seçimleriyle, satın aldığımız evlerle, deprem bölgesi olan Türkiye için bu kadar rapor yazılmasına rağmen belediyeleri, iktidarı, devleti, sorgulamamakla hepimiz suçluyuz. Hepimiz suçlu olduğumuzu kabul etmeliyiz. Herkesi kast ediyorum. Bu hükümetin başındaki kişi de olabilir, bakkal da olabilir, otobüs şoförü de olabilir, annem de olabilir; açıkça “Ben de suçluydum” demeli, bunu paylaşabilmeliyiz. Toplumun esenliği, yeni bir zihniyet, yeni bir ahlâk için paylaşabilmemiz lâzım. Birisi “Ben suçluyum” deme cesaretini göstermiyorsa patolojik gerçeği inkâr eden bir ruh halinde demektir. Bizi temsil eden kişilerin “Biz de suçluyduk” demesi hepimize yol gösterir ki, bundan sonra bu haleti ruhiye ile yeni bir Türkiye kurmaya devam etmeyelim. Yoksa eski tas eski hamam olur.

– Mesele çikolata, kamyonet değil, bunu Amerikan askerleri yapar. O çocukların en kısa zamanda okula dönemiyorlarsa da, hiç olmazsa oyun oynayabilmeleri sağlanmalı. Küçük bir voleybol sahası yapsınlar, top gitsin. Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan uzmanlar gitsin. Belediyelerden spor faaliyetlerine yönlendirebilecek uzmanlar gitsin. Oynayabilsin çocuklar. Yoksa şu anda boş duruyorlar, bekliyorlar, okula da gitmiyorlar. Çocuk oynayarak sağlıklı olur. Çocuk oyuncudur. Masa tenisi kursunlar, futbol oynasınlar, alanlar ayrılsın ama onların başında da uzmanlar olsun oynayabilmeleri için. Kenetlensin çocuklar, birleşsinler.

– Toplumsal baskının nedeni sadece yeni, sağlam bina yapılması isteği değil. Yeni bir ahlâk için, yeni bir zihniyet için… Şu an Türkiye’nin gösterdiği o güçten, el ele verme gücünden, sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde yararlanabilmek için… Türkiye şu anda örnek bir ülke olma konumunda olabilir. Yeni yerlerde yeşil, akıllı şehirler yapabilir. Yeni iktisat modelleri, yeni kooperatiflerin kurulmasına yardımcı olabilir.

– Bugünlerde ruh sağlığımız için de toplum için de yapılabilecek en güzel şey yaptığımız işi her zamankinden daha güzel, daha iyi yapmaya çalışmak. Robot gibi olmak değil. Ben bir kitap daha yazacağım, bir şarkı yazacağım. “Artık değmez. Bu acı içinde, bu felaket içinde, bu ölüm içinde değmez” düşüncesi intihardır. Bir toplumun intiharıdır. “Ben çocuk yapmayacağım” demek, “Şuraya gitmeyeceğim” demek intihardır. Tam tersine, yapabileceğimizin en iyisini yapma zamanı bu. Bu bize bir tokattı. Daha iyisini yapalım ki böyle olmayalım. Böyle olacaksak bizim kabahatimiz. İpe un serdiğimiz için olacak o zaman.

– Yasımızı, birlikte, yakınlarımızla, mahallemizle paylaşarak yaşayacağız. Maçı yasakla, filmi yasakla, o zaman evimde gizli gizli film seyrederim, gizli gizli İrlanda’daki maçı seyrederim. Beni normal hayatımı yaşamamaya zorlama, tepeden inme yas engelleriyle. Tabii ki hayat normale değil, akışına dönecek. Beklenen o, istenen o. Ben o yasımı, acımı kendi süreci içinde yaşayıp bitireceğim, dönüştüreceğim başka şeylere. Ama bu devletin sinemayı, otobüs yolculuğunu, tatili yasaklamasıyla yapılacak bir şey değil. Tam tersi olur. İçkili lokantayı kapat, evde daha çok içki içilecek çocukların önünde. Olmaz böyle şey, gülünç.

Gündüz Vassaf kimdir?
Psikolog yazar Gündüz Vassaf, gençliğinde ABD’de akıl hastanesi gardiyanlığından radyo spikerliğine çeşitli işlerde çalıştı. Hacettepe Üniversitesi’nden psikoloji doktorasını aldıktan sonra, uzun süre Ankara Üniversitesi mediko-sosyal merkezi’nde öğrencilere psikolojik danışmanlık yaptı. Türkiye’nin ilk yerli zekâ testini geliştirdi ama bundan pişman oldu. Uzun yıllar bu testlerin bir tür zekâ katliamı olduğuna dikkat çekti. Uluslararası Psikologlar Konseyi yönetim kurulu üyeliği, Amerikan Psikoloji Derneği’nin toplum psikolojisi bölümünün Avrupa ve Ortadoğu koordinatörlüğünü yaptı. Türkiye’de Psikologlar Derneği’nin kurucu üyesi olmasının yanı sıra 12 Eylül’e kadar Uluslararası Af Örgütü’nün İstanbul Şubesi başkanlığında yer aldı. O tarihten sonra Kassel, Marburg ve Bremen üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı… Kanada’da, Hollanda’da, Avusturya’da araştırmacı olarak çalıştı. Köşe yazılarını ve Cehenneme Övgü, Cennetin Dibi gibi çok konuşulan kitaplarını da hatırlatmakta fayda var…

Kaynak: Habertürk 1 / 2